- Leyla Aksu-Şehem Gezer
Sinemada Mekan Kurgusu
Bütün sanat dallarının birbirinden etkilendiği ve birbirini tamamladığı gibi mimarlık ve sinema arasında da bir bağ görülür. Sinema olay ve kurguların zaman ve mekâna bağlı olarak ortaya çıkmasıdır, hikayeler de bu bağlamda gelişir. Bu yüzden bir sinema filmi mekândan ayrı düşünülemez. Filmde anlatılmak istenen düşünce yalnızca senaryo ile değil mekân ile de izleyiciye aktarılır. Yani yönetmen mekânı kullanarak aktarmak istediği düşünceyi pekiştirmiş olur. Örneğin yönetmen dar ve karanlık mekanlarla gergin bir atmosfer yaratırken, sıcak ve geniş mekanlar kullanarak huzurun ve ferahlığın altını çizer. Bilim-kurgu ve distopik filmlerde ise yönetmen adeta bir mimar olur ve mekânı yeniden tasarlar. Özellikle geleceği temsilen kurulan mekanlarda siyah ve mavinin hâkim olması aklımıza bilinmezliği ve gizemi getirir. Kimi zaman yönetmen bir mimar gibi davranıp hiç deneyimlenmemiş mekanları tasarlarken; kimi zaman da mekân tasarımcısı saf ve kuralsız bir deneysel ortam oluşturarak hayal gücünün sınırlarını zorlamasına imkân verir. Bazen olayların geçtiği mekân yalnızca bir oda olurken bazen de planlaması ve peyzajıyla bir şehir kurgusuna ev sahipliği yapar. Bu sebeple sinema ve mimarlık, ‘deneyim’ odaklı sanatlar olmalarıyla mekansallığın en yoğun aktarıldığı sanat ürünlerini ortaya çıkarır.
Düzensizlik içinde bir düzen arayışında olan biz insanlar huzuru, güvenliği ve en önemlisi düzeni kendi evlerimizde buluruz yada bir kütüphane böyle bir ortama örnek olabilir. Ancak işin ilginç tarafı şudur ki korku ve gerilim temalı sinema ürünlerinde ana mekân, bir ev ya da bir kütüphane olarak karşımıza çıkar; yani huzurun ve düzenin en yoğun olduğu kendimizle baş başa olmak istediğimiz mekanlar… Psikoloji-gerilim filmlerine baktığımızda genellikle huzurun ve bir düzenin var olduğu mekanlarda düzen ve huzuru bozarak bir mekân kurgusu yaratmaya çalışır yönetmen. Bu sayede izleyiciyi yalnızlaştırarak insanı endişeleriyle baş başa bırakır. Algılanması zor basit ögeler ekler mekân detayına. Bu bir yer döşemesi olabilir ya da yalnız bırakılan mum detayları. Örneğin; Stephen King‟in aynı adlı romanında uyarlama Stanley Kubrick tarafından yönetilen 1980 yapımı The Shining, psikolojik gerilim türünün en başarılı örneklerindendir. Colorado dağlarındaki Overlook Oteli‟nde bekçi olarak işe başlayan Jack, eşi ve oğlu ile otele yerleşir. The Shining’de, Overlook Oteli, bekçi ve ailesinin evi olmuştur ancak kaotik, karmaşık ve huzursuz ortamıyla pek de huzurlu olabildiği söylenemez. Filmin karmaşık, gergin ve çözümsüzlüklerle dolu ruh halini yansıtmak için basit bir karmaşıklığa sahip olan labirent detayları eklenmiştir. Örneğin, 327 numaralı odanın bulunduğu koridor, kırmızı sarı ve kahverengi labirent desenli duvardan duvara halı ile kaplanmıştır, lobinin çekimlerinde bahçedeki labirentin minyatür bir modeli zaman zaman görülür, ama en önemlisi, otelin bütün mekânsal kurgusu, akılda kalıcı bir mekânsal kurgu olarak görselleştirilmeyen ve algılanmayan bir labirenttir ve oteldeki mekanların konumları kesin bir biçimde bilinemez.

Süper kahraman filmlerine baktığımızda var olan şehirlerin yeniden kurgulandığı ya da var olan şehre hikâyeye uygun atmosfer aktarıldığını görüyoruz. Süper kahraman filmlerinde kötüye karşı savaşma, iyileri kurtarma, suça engel olma, kahramanımızın geçmişinde yaşadığı acı dolu anılar işlenir ekranlara. Ya da kötü adamların büyük şatolarına, laboratuvarlarına karşı yeniden dirilişin bir imgesi olan aydınlığın yeniden doğuşunu görüyoruz. Yani kısacası tehlike ve tehlikeye karşı diriliş görüyoruz ana unsur olarak. Bu sebeple ki gecenin soğuk maviliğinin altında, ay ışığının romantik yalnızlığı yanında, korkunun ve gerilimin hat safa da olduğu gri renkli beyaz bulutları delen gökdelenlerden gelen loş yalnız sarı ve beyaz ışıkları çok sık görürüz karelerde. Örnek olarak Batman’ı verebiliriz herkesin bildiği o yarasa adam…Filmin geçtiği Gotham Şehri, karanlık, tehlikeli, yozlaşmış bir polis departmanı tarafından sözde korunan bir şehirdir ve gitgide daha da tehlikeli olmaktadır, ta ki karanlık savaşçı Batman gelene dek. Donald Albrech (1999)'in de değinmiş olduğu gibi; film, nostaljik biçimde Metropolis'in ilham kaynağı olan gerçek görüntüyü anımsatarak Manhattan gökdelenlerinin umutsuz ama romantik imgesiyle açılır. Bununla birlikte Metropolitsin New York'u dinamik, mimaride çağının en yenilikçi trendlerinin fütüristtik yapısını yansıtırken; Batman'ın New York’u –Gotham City olarak isimlendirilmiş- geleceği olmayan, çürümekte olan bir Endüstri Devrimi sonrası şehridir. Yönetmen Tim Burton‟a göre Batman’da binalar “cehennem asfalta doğru püskürmüş ve büyümeye de devam ediyor gibi” görünmektedir. Bu uçsuz bucaksız binalar altında-dışarıya doğru konsol çıkan ve şehrin üst ve altını birbirine bağlayan gün ışığı yoktur; yalnızca yumuşak griler, kopkoyu siyahlar, buhar ve sis vardır.

Daha birçok kült örneği olan mekan temalı filmler bir yana aslında sinemada mekan tasarımının önemi gözle görülür seviyededir. Mekanı düşünülmeden çekilen filmler bir senaryonun düz akışından başka bir şey değildir. Sanat filmlerinden bilim-kurguya, korkudan komediye her filmde mekan tasarımı üzerine düşünülmesi gereken bir konu olup hikayenin akılda kalıcılığını ve seyir zevkini arttırır. Her şeyden öte sinema bir sanat dalı olarak izleyiciye bireysel anlamda zevk, toplumsal anlamda derin bir mesaj ve bilgi veren görsel bir platform ise mekan tasarımı bu sanatın ayrılmaz bir bütünüdür. Sinemada üretilen kurgu; sanal ya da gerçek dışı olsa dahi mekân mutlaka özneyi sarmaktadır. Her olay yaşandığı mekâna göre farklı anlamlar içerir, bu sebeple mimari mekândan, yerden ve zamandan ayrıldığının söylenmesi güçtür.
Kaynakça:
https://tr.pinterest.com/pin/434245589050670358/
https://cacaofabriek.nl/film/info/id/630/the_shining
Sinema ve Mimarlıkta Mekan Kurgusu ve Kavrayışı, Gökçe BeŞIŞIK (https://acikerisim.deu.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12397/7585)
Sinematik Kurgunun Bilinçaltı Mekânları-Tekinsiz Mekânlar, Mine TUNÇOK SARIBERBEROĞLU
(https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1140581 )