Eda Yazıcı
Cengiz Bektaş'ın Türk Evi'nden Notlar
2020 yılı mart ayında ülkemizin en önemli değerlerinden Yüksek Mimar Cengiz Bektaş’ı kaybettik. Henüz bir dönem okul görmüş bir mimar adayı olarak cahilliğime verin, ne yazık ki o dönem ismine kulak aşinalığım olması dışında kendisi hakkında hiçbir bilgim yoktu. Eve kapanma sürecinin tam başındaydık, sosyal medya bu haberin yasına boğulmuştu, kısa biyografileri, mimarlık pratiği ve Türk mimarlık tarihinin belgelenmesi için yaptığı çalışmaların önemi takip ettiğim birçok sayfada paylaşılıyordu. “Mavi Anadoluculuk” yazıyordu mesela, ne demekti bu? Kesin öğrenmek lazım, dedim o dönem kendi kendime ve yazdığı sayısı yüzü bulan kitaplarının arasından “Türk Evi” ni bir giriş olarak kendime seçtim.

Cengiz Bektaş, 1934 yılında Denizli’de doğmuş. Mimarlık eğitiminin bir bölümünü ünlü Münih Teknik Üniversitesi’nden almış, meslek pratiğini bir süre Almanya’da sürdürmüş. Fakat Anadolu sevgisi içine işlemiş, bu toprakların insanını tanımak, yaşamını ve antik çağlardan günümüze gelen mimarlığını keşfetmek onun için bir sevdaya dönüşmüş. “Mavi Yolculuk” terimini duymuşuzdur sık sık, bu geziler zamanında Halikarnas Balıkçısı önderliğinde gerçekleşirmiş ve amacı basit bir tatilden çok daha öte, bu toprakları öğrenmek, insanının derdini anlamak, unutulmuş antik kentleri, köyleri belgelemekmiş. Anlayacağınız Mavi Yolcular harıl harıl araştırır, röleve yapar ve öğrenip gördüklerini belgeleyerek otoritelere mavi kıyıların çığlıklarını duyurmaya çalışırlarmış. Cengiz Bektaş da bir Anadolulu olarak bu görevi kucaklamış, Türk Evi kitabında da yaptığı gezilerden gözlemlediklerini, çektiği fotoğraflar ve yaptığı çizimlerle toplamış.

Kitap çoğunluklu olarak Osmanlı Evi mimarisinden bahsediyor, fakat bu mimarinin Anadolu’nun neredeyse Hitit dönemine uzanan geçmişinden aldıkları es geçilmemiş. Örneğin yağmur sularını çatıdan atmak için kullanılan çörten, Le Corbusier’in Osmanlı’dan öğrendiği bir yöntem olsa da Çayönü’nde M.Ö. 7000 yılından kalma kilden ev modeli bize bu yöntemin Anadolu’nun içine çok daha önceden işlediğini gösteriyor. Hepimizin bildiği Çatalhöyük’ün düz çatıdan girilen evlerinin geleneği de bir şekilde devam ediyor aslında, Anadolu’nun birçok yerinde damlar hala ev içindeki günlük yaşamın bir parçası. Türk Evi mimarisinin Anadolu dışına da uzanan benzerleri var; Osmanlı’nın yayıldığı topraklarda farklı kültürler kaynaşmış, oluşan ortak kültür, benzer çözümleri de beraberinde getirmiş belki de.
Evler hangi iklimde, hangi koşulda olursa olsun, insanımızın mütevaziliği ve alçak gönüllüğü, yaşama sevgisi, pratik ve akılcı çözümleri farklı biçimlerde evlerine yansımış. Bir kere önce işlev demişler; ev içinde yaşayan sakinlerin ihtiyaçlarına göre planlanmış oylumlara bölünmüş. Türk Evi’nin en önemli bölümü olan hayat, yani sofa, farklı plan tiplerinde tüm evlerde yer almış, evin sakinleri için bir toplanma alanı, odalar arası bir köprü olmuş. Yapılarda insan ölçülerine uygunluk, tabii ki göz ardı edilmemiş. Yazlık ve kışlık evlere alternatif, pratik iklimsel çözümlerle, yazlık ve kışlık katlar oluşturulmuş. Her odanın bir işlevi varmış, kullanılmayan kilitli oda yapılmazmış. Aileye yeni evli çiftler katıldı mı, esneklik devreye girer, ev genişletilip büyütülürmüş. Biçim gelirmiş sonra, dış cephe sade ve iddiasız olurmuş, fakat içinin güzelliğini yansıtırmış. Evler bulunulan yörenin iklimine dayanıklı, yerel malzemelerle inşa edilirmiş. Bütün bunlar olurken israfa da yer yokmuş, doğaya bütünüyle saygı duyulmuş.

İnsan sevgisi Anadolulu’nun içine işlemiş. Mahalleler, hatta şehirler yaşayan halkın refahı ve ihtiyaçları için düzenlenmiş. Mahallelerde fırın ve berber dükkanları mutlaka bulunur, daha büyük mahalleler okul ve sağlık evi gibi kurumlar barındırırmış. Evler topografyaya oturur, doğudan gelen sabah ışığını alacak şekilde yerleştirilirlermiş. Komşunun göz, yani manzara hakkına asla el koyulmazmış. Sokaklar da birer iklimsel çözüm olarak dar yapılırmış, evlerin pencereleri başkasının evini dikizleyecek şekilde değil, kamusal alan olan sokakları görecek şekilde yerleştirilirmiş.

İşte Türk Evleri aslında bu kadar güzel, bu kadar sıcacıkmış. Bu yazdıklarım sadece kitaptan aklımda kalanlar, aldığım bir kısım notlar. Kitapta yer alan detaylı plan ve malzeme anlatımları, çizimler ve Türk Evleri’nin fotoğrafları meraklıları tatmin etmek için birebir; aslında bu coğrafyanın mimarları olarak bunları öğrenmek ve yaşatmak hepimizin görevi. Cengiz Bektaş güzel ömrüne bütün bu araştırmaları ve çalışmaları sığdırmış, ne kadar teşekkür etsek az kalır. Bizim yapacağımız da onun çalışmalarına olan saygımızı göstermek adına, kültür mirasımız hakkında fikir sahibi olmak ve tüm bu birikimi korumak olmalıdır.

Kaynakça: Cengiz Bektaş, Türk Evi, YEM Yayınları, 2013